İkinci bir hayatımız var mı ya da öncesinde oldu mu bilemiyorum ama bir kez daha dünyaya gelsem kesinlikle ama kesinlikle doğmak isteyeceğim şehir Barselona! Aşk, sanat, müzik, güzel yemek, deniz mahsulü kokan sokaklar, büyüleyici Gaudi mimarisi ve tarih… Bunların hepsi bu şehirde bir araya gelmiş. Ve tabi ki bugünlere kadar özünü koruyarak metropol olmayı başarmış.
Sagra da Familia
Gaudi’nin muhteşem yapıtlarından biri. 1882 yılında Gaudi tarafından inşa edilmeye başlanmış fakat ne yazık ki Gaudi 1926’da bir tramway kazası sonucu hayatını kaybedince, kilisenin inşaatı günümüze kadar süregelmiş. 2010 yılında ziyarete açılan Sagra da Familia’ya gittiğinizde, hala bir kısmı tamamlanmamış ama göz alıcı bir mimari ve her detayı farklı bir keşfe yol açan bir sanat görüyorsunuz. Kilisenin üzerindeki heykeller Hristiyanlığın kurtuluşunu ve İsa’nın göğe yükselişinin hikayesini sırasıyla anlatıyor. Bu işlemeyi yapan usta kör oldu diye bir deyim vardır ya hani, o deyimi burası için kullansak pek imkansız bir şey söylemiş olmayız.
Parc Güell
Harikalar Diyarı’ndaki gibi Alice gibi hissettim burada gezinirken kendimi. Rengarenk estetik dev yapılar, heykeller, özenle tasarlanmış simetrik bahçeler… Bir park ancak bu kadar güzel olabilir dedirtiyor insana. Hemen girişindeki kertenkele heykeli parkın ikonu haline gelmiş durumda. Hatta ona dokunmanın uğur getirdiğine inananlar bile var. Dolayısıyla burada uzun kuyruklara ve fotoğraf çekenlere rastlayabilirsiniz. Buraya tekrar gitsem yine saatlerce yürür ve bol bol foto çekerdim.
La Pedrera
Diğer adıyla Casa Mila. Burayı da gezince “Gaudi ne adammış kardeşim!” demeyi atlamayacağınızdan eminim. La Pedrera zamanının zenginlerinin, dönemin en ünlü mimarı Gaudi’ye inşa ettirdiği enteresan bir bina. Bize Peri Bacaları’nı anımsatabilecek dev kubbelerden oluşan bir terası var. Esas olayı bu terasta gezinip, bol bol fotoğraf çekmek. Ayrıca apartmanın içi de bugün müze olarak gezilebiliyor.
Paella ve Sangria
Bu ikisi bir arada olmazsa olmaz. Deniz mahsulleriyle aranız iyiyse mutlaka deniz mahsullü paellayı İspanya’da deneyin. Sevmiyorsanız tavuklu ya da etli alternatifleri de var. Yanında da en iyilerini İspanya, Latin Amerika ve Portekiz’de içebileceğiniz çeşitli meyveler ve şarabın karışımından yapılan bir kokteyl olan sangria’yı içmenizi öneririm. Ama sakın La Ramblas üzerinde dışarıya masa sandalyeler atan turistik mekanları denemeyin. Onlar hem gereksiz pahalı hem de çok başarılı değil. Barcelonata üzerinde yer alan El Chiringuito’yu tüm deniz mahsülleri için önerebilirim.
Las Ramblas
Las Ramblas şehrin ana bulvarı. Bir nevi bizim İstiklal Caddesi. Yol boyunca yürüyün, sağda solda harika binalar göreceksiniz. Yol boyunca devam edip Barcelonata’ya kadar inebilirsiniz. Sağlı sollu uzanan dar sokaklar, içinde kaybolunmayı hak eder cinsten. Mutlaka bir gününüzü bu civarlara ayırın.
Picasso ve Miro
Sanatla aranız iyiyse ve eseleri yerinde görmeyi ayrı bir seviyorsanız. Burada hem Picasso’nun hem de Joan Miro’nun müzesini gezebilirsiniz. Miro Müzesi’nde fotoğraf çekmek yasaktı ama ben gizliden halletmiştim o işi. 🙂
Barcelonata
Barcelona’ya yaz aylarında giderseniz şanslısınız. Muhtemelen size bir metro ya da yürüyüş mesafesinde olan Barcelonata sahillerinden denize girip serinleyebilirsiniz. Barcelonata kıyısı, deniz yapısına göre bölüm bölüm plajlara ayrılmış durumda. Bir kısımda daha dalgalı, öteki alanda daha sakin sulara girmeniz mümkün. Bir ikinci ayrılık sebebi ise biraz faklı. Çıplak arkadaşların sere serpe yayıldığı nü plajları, bizim kültürümüzde yadırgansa da orada gayet olağan bir durum olarak görülüyor.
La Boqueria
Şehrin en canlı pazarı. Muhteşem taptaze meyveler, sebzeler, deniz ürünleri, yerel yiyecekler ve domuz ürünlerinin binbir çeşidini bulabileceğiniz harika bir yer burası. Turistik bir aktivite olarak, burada taze doğranmış ve hazırlanmış meyve tabaklarından alarak Las Ramblas boyunca dolaşmanızı önerebilirim.
Yazar: Gizem Telci @bohemisko
